Yazdır
Kategori: Uncategorised
Gösterim: 5673

20  İLHAN VARDAR - 09.07.2014

 

Yayınlanan ilk makaleme şöyle başlamıştım :

“Şurada Hazreti Nuh zamanından beri gömülü kalmış taşlar var. Belki de tufandan önce de toprak altındaydılar. Babam da, babamın babası da benden önce çadırlarını burada kurdular ama bu betimlemelerden hiçbir zaman haberleri olmadı. On iki yüzyıldan beri inananlar –Allah’a hamdolsun yalnız onlar gerçek bilgeliğe sahiptiler – bu ülkede oturmuşlardır. Fakat içlerinden hiçbiri de, onlardan önce gelenler de yeraltı sarayı diye bir şey duymamışlardır.

Şimdi bak !

Bir frenk günlerce uzaktaki ülkesinden geliyor, dosdoğru bu yere gidiyor, eline bir değnek alıyor, bir çizgi şuraya, bir çizgi buraya çiziyor. <işte>, diyor, <saray bu>, <orasıda kapı> diyor. Bize de yaşamımız boyunca ayaklarımız altında, bizim haberimiz olmadan yatan şeyleri gösteriyor.

Harika! Harika!

Sen bunları kitaplardan mı, sihirle mi, yoksa Peygamberinizden mi, öğrendin? Söyle, ey Bey! Bilgeliğin sırlarını söyle bana!  (Tanrılar Mezarlar ve Bilginler – C.W.Ceram, Remzi Kitapevi, İstanbul 1986)

İngiliz arkeoloğu Layard, 1845’lerde Mezopotamya da Nemrut tepesinin altındaki Asur sarayının bulunduğu kazılar sırasında kendisine yardım eden Şeyh Abdel-el-Rahman’ın sözleri bunlar.” (Bilgeliğin Sırları – İlhan VARDAR – Bilim ve Ütopya – Ocak 1996)

Aslında bu makalenin esas konusu o yıllarda başlayan ve Istranca Dağlarındaki suyu İstanbul’a götürme projesinin handikaplarını anlatmak, zaten Trakya’ya dahi yeterli gelmeyen içme suyunun gitmesi bir yana, dünyada eşi benzeri bulunmayan Longoz Ormanları başta olmak üzere Istranca florasının yok olma tehlikesine dikkat çekmekti.

Aynı yıllarda çocukluğumun oyun alanları olan evimin arka tarafında ki tepede önemli bir arkeolojik eser ortaya çıkarılıyor. Trakya’da bulunan ilk Roma Dönemi Antik Tiyatrosu. 

Şeyh Abdel-el-Rahman’ın şaşkınlığını yaşamadım, çünkü tarihi İstanbul’dan eski olan Vize’nin bu tarihsel süreçteki önemini biliyordum az çok,  ama böyle tarihsel bir hazinenin gün ışığına çıkarılmasının heyecanı ile bu ilk makalemde, bir yandan yaşadığımız ve altında nelerin yattığını öğrenemediğimiz bu toprakları tahrip ederek yok etmenin üzüntüsü ile iki konuyu birleştirip yazmayı uygun bulmuştum o zamanlar. 

Geçtiğimiz mayıs ayının sonlarında çok daha büyük bir heyecan, şaşkınlık ve üzüntü yaşadım. 

Çünkü çok kısa bir süre önce tanıdığım, bilgeliğin sırlarını öğretmeyi ve bilgiyi paylaşmayı şiar edinmiş Arkeolog-Prehistoryen Sn.Ufuk Baş Arığ, aylardır sabır ve heyecanla beklediğim 4 ciltlik Vize Oppidum (Kutsal Kale) eserini e-kitap olarak yayınladı. 

Büyük bir heyecanla bu muazzam eseri inceledikçe şaşkınlığım Şeyh Abdel’e yaklaşıyor hatta artıyordu. Bunun nedenlerini Sn.Arığ’ın Istrancalar Bölgesinde Tarihe Dokunmanın anlamını anlattığı bölümde bile bulmak mümkün.

“Trakya Istrancalar bölgesi, bu kitabın yazıldığı ve araştırmalarımın temel aldığı yerdir. Her ne kadar bölgesel bir araştırma gibi gözükse de, bölgedeki kültür ve tarih mirasını keşfettikçe araştırmalarım geniş bir coğrafyaya yayıldı. Doğuda Asya steplerinden, Kafkasya Ural Altay bölgesine, Batıda Kanada’dan İngiltere, İskoçya ve İrlanda’ya, Kuzey Avrupa’dan Avrasya’ya ve Balkanlara, Güneyde İber yarım adası , Malta adasından ve nihayetinde Trakya topraklarına kadar uzanan, geniş bir alanda, araştırmalarımı destekleyecek verileri topladım.

Istrancalar, Trakya bölgesinin son orman alanı, oksijen ve su kaynakları açısından hayati bir bölgesidir.

Doğal güzellikleri yanı sıra yeterince araştırılmamış tarihi değeri ile Ülkemiz için büyük bir kıymettir.

Istranca bölgesinin sınırları kuzeyde Bulgaristan, doğuda Karadeniz, Güneyde Tekirdağ, Batıda Kırklareli İlini içine alan Trakya ovaları ile çevrili orta yükseklikte dağlık alandır. Görünen zenginliklerinin altında keşfedilmeyi bekleyen birçok gizemi de bünyesinde barındırır.

Herodot’un anlattığı küçük gölleri ve gizli yolları bulmak ümidiyle başladığım yolculukta; Mahya Dağı çevresinden, Pabuç ve Kazan derelerinin kıyılarına, Sarp Dere köyünden, Kıyıköy’ün denize inen sarp yamaçlarına, Vize Karakoçak kayasından çevre vadilere, Demirköy ormanlarından Bulgaristan sınırlarında, yaklaşık yirmi yıl geçirdim.

Bazı sabahlar gün doğumuyla çıktım yola, sabah ışıklarının kutsal kayalarda ki ışıltısını fotoğrafladım.

Ya da dağ köylerinde bir akşam vakti gün batımından sonra bir düğene davet edildim. Kaybolan kadim gelenekleri arşivledim. Eski kültürün son mirasçılarını tanıdım çoğunu ebedi diyarlarına uğurladım.

Son “İğmeli Ev” ustasından, bu mimarinin inceliklerini öğrenirken, bu evlerin çok eskilerde İskit, Kelt ve Traklar’ın ortak kültür mirası olduğunu fark ettim. Bu gün “İğmeli Evler” ülkemizde korunamasa da, Rusya, Kafkasya, İrlanda, İskoçya, Bulgaristan ve daha birçok ülkede tamamen aynı mimarideki evler, geçmişte yapılmış ve hala yaşamaktadır.

Yolculuğum büyük bir keşifti benim için. Daha önce her kesin baktığı ama ne olduğunu göremediği,keşfedemediği doğa ve insan anıtlarını gördüm. Çok geçmeden Muhteşem Megalitik bir alanda olduğumu anladım. Birçok benzerinden daha büyük ve görkemli yapılar, doğanın eliyle kamufle edilmiş sessizce yaşlanıyordu…

Kırklareli’nin ilçesi Vize’de Kutsal bir Kale doğa ananın güçlü karstik kayaları üzerinde fark edilmeyi bekliyordu. Yükselen ahşap duvarları, evleri, atölyeleri ve hendekleri çoktan yok olmuştu. Kutsal kalenin sahipleri, yaşamak için yok olmayacağını bildikleri kayaları seçmişlerdi kendilerine. Kendilerini ifade etmek için, tüm kutsal alanlarını ölümsüz kılmak için hep kayaları kullandılar ve bugüne dek gelmeyi başardılar. “

Üzerinde yaşadığımız bu topraklarda daha o kadar çok bilinmezlik var ki? Şaşkınlığım işte bu bilinmeyenler yüzünden.

Ve eseri daha da değerli kılan “Vize Oppidum Kutsal Kale” araştırmalarının Dünya ve Türkiye üzerinde yapılan bilimsel ilk çalışma olması.

 

Makalenin yer aldığı bağlantı : http://ilhanvardar.blogspot.com.tr/2014/07/vize-oppidum-kutsal-kale-1.html