Yazdır
Kategori: Uncategorised
Gösterim: 6383

DUYGU YARATICISI VE DÖNÜŞTÜRÜCÜSÜ OLARAK

MÜZİĞİN İNANIŞLAR / TOPLUMLAR ARASINDAKİ YERİ

Kutsallık olgusu insanlık tarihinin başlangıcından beri dünya üzerindeki ilkel ya da ilkel olmayan tüm toplumlarda yer edinmiştir. ilk çağlarda kendinden büyük ve ilahisel bir varlığı ya da varlıkları kabullenmek insanın gerçeklikten de önce inanış ve korkularının sonucudur. Sebep - sonuç ilişkisi kurmak için, anlamlandırmak ya da belirli inanış kalıpları içerisinde anlam verilemeyenleri kabullenmek için, insanın doğasının gerekliliği sonucu “tanrı” , “kutsal varlık/ varlıklar” gibi bir çok ilahi anlayış dünya üzerindeki tüm toplumlarda yer edinmiştir. Aslında insan Evrende Tanrısal Güç taşıyarak var olmuştur…İhtiyacı olduğu anlarda, Kutsal olarak bilinen Dağların,Tepelerin en yüksek  yerlerine çıkarak Gök Tanrı ile konuşarak dua etmiş,kendisi ile Tanrı arasında  başka bir varlığın olmasına izin vermemiştir…Ritüeller bu  ‘’Tanrı-İnsan’’  buluşmaları ile zaten başlamıştır…İnsanın Tanrı ile buluşmasını gerçekleştirdiği en doğru yer DOĞA ‘nın kendisi olmuştur…Ancak zaman içinde  ve özellikle kapalı mekanlarda  yapılan ritüellerin ağırlık kazanması ve Ritüelleri yöneten kahraman Klan Liderlerinin  Savaşlar ve yayılım hareketleri ile Klanlardan uzak kalmaları sırasında Ritüel yöneten Rahipler,Kam’lar; toplumlarda inanç sisteminin  sorumluları  olarak yer almaya başladılar… Ancak   Yaradılan Güçlü İnsanlar,Güç Kavimleri Kendilerini ifade etmek için  MÜZİK ve SANAT’I  Bilinenlerin çok ötesinde ve çok erken zamanlarda kullanmaya başlamışlardır… İnsanın doğa ile mücadelesi, Güçlü  “öteki dünya”  ve ÖLÜMSÜZLÜK inançları , toplumların “Tanrı” kavramını ve kutsal olanı yavaş yavaş toplumsallaştırmaya başladığı bir sürece doğru götürmüştür.

 Yerleşik hayat düzenine ve tarıma geçiş yapan,  insanoğlu, mevsimi gelince yağmur yağdırması, güneşi açtırması, ürünü geliştirmesi... vb. beklentiler içerisinde hükmedemedikleri doğa olayları karşısında ilahi olana başvurma isteği hissetmiştir. Yalnız, ilahi olan ile bağlantı kurabilmek için bir arabulucuya, bağlantı kuracak yarı ilahi bir kişiye ihtiyaç vardır. Bağlantıyı kuracak, istek ve beklentileri iletecek, cevap alabilecek bir kişi, bir rahip, kahin ya da şaman. Bu kişiler; insanın elinin uzanamayacağı “ilahi” varlık ya da varlıklara, sunulan dua ve kurbanlarla ulaşabilen, iyilikleri tapınan kullara ulaştırabilen oldukları için toplum içerisinde saygı görmüşlerdir.

Yerleşik yaşam düzeniyle insan hayatı da büsbütün toplumsallaşma konusunda büyük yol kat etmiştir. Toplumsallaşma beraberinde ilahi olan her türlü durum ile iletişimi toplumun sosyal hayatına taşımıştır. İlahi varlık – Tanrı ve insan arasındaki inanç sistemi ise arabulucu/ kahin olarak atanan, kabul gören kişilerin ve toplumların kendi inanışlarını gelenekselleştirmesiyle ritüel olgusu gelişmeye başlamıştır. Ritüel kelimesi “ibadet” kelimesinin karşılığı niteliğindedir, belirli bir inanç ya da inanış sistemlerini açıklamak ve bunu toplumların kültür parçası haline getirmiş olmaları konusunda belirleyici bir tanım olarak nitelendirilebilir. İlkel toplumlar, sosyokültürel yaşamında ilahiselliği, heykel-heykelcik, cisim ve resimlerle somutlaştırmaya çalışmış ve aynı zamanda da toplumsallaştırmıştır. Bu sebeple ilahiselliğin ve dinlerin toplumsallaşabilmek için kullandığı en önemli yol “sanat”tır.

Görsellik, algıyı şekillendirmek ve resim – heykel yoluyla betimlenen ilahiselliği, hayal edebilmek, düşünebilmek ve inanabilmek için gerekli yolları bize sağlar. Fakat müzik; betimlenen olgu ile arada bağlantı kurabilmek, iletişime geçebilmek ve yoğunlaşmak için gerekli olan önemli bir

unsurdur. Bu yüzden müzik “ritüel” kapsamında düşünülürse, diğer sanat dallarından daha derin bir önem taşımaktadır. Bir ritim içerisinde insanları aynı şeye, hedeflenene doğru itebilirsiniz. Belirli bir duyguyu aynı anda herkese aktarabilirsiniz, bu yolla da istenilene yoğunlaşmak daha da kolaylaşmaktadır.

 Müzik, ulaşılabilirlik konusunda daha etkin ve ifade gücü yüksek bir sanat dalı olduğu için ritüeller de önemli bir rol üstlenmektedir. Çünkü yapılan toplu ibadet/ ritüel esnasında zihinsel yoğunlaşma, yaşanılan ve yaşanılması gereken ilahisellik için gerekli olan duygusal dramatizasyonu ve bağlantıyı oluşturması açısından önemli bir yer teşkil etmektedir. Hatta kadim dönemlerin, Antik Mısır’ın Hermesçi anlayışa sahip rahiplerinin inisiyasyon tapınaklarını inşa ederken titreşim, kısacası müzik hakkındaki fenomenin altında yatan ilkelere dair bilgileri araştırmışlardır. Bu tapınaklarda ritüeller şarkı ve müzik ile yapılırdı. Bunun için inşa edilen ses odalarında fısıldanan bir tek ses bile büyük dalgalar halinde titreşimlere sebep olurdu, böylelikle ritüellerin içlerine işleyen titreşimi tapınakların tüm köşelerinde duymak ve hissetmek mümkün olurdu. Antik mısırdan alınan öğretilerle Pisagor’un da yaptığı önemli araştırmalar şu teoriyi ortaya atmaktadır; “her şey titreşimden meydana gelmiştir”. O halde her şeyin özünde, uyarıcı, etkileyici, derinleşmeye imkan tanıyan, algı çerçevemizin nesnel boyutlarını zorlayan bir unsur olarak müzik bulunmaktadır.

Müzik duygusal dönüşümlerde yadsınamayacak derece de önemli etki taşımaktadır. İfade etmenin güçlü bir yolu olarak, topluluğu, kitleleri tek bir duygu ya da durum içeirsinde toplayabildiği için, diğer sanat türlerinden farklı biçimde birey ve sosyokültürel yaşam üzerinde yaygın ve güçlü etkileri bulunmaktadır. Pisagor’a göre her bireyin kendi notası vardır ve her elementin de kendine ait anahtar bir notası vardır. Herşey titreştiğine göre; duygu ve düşüncelerimiz, arzu ve isteklerimiz de birer titreşimdir. Müzik ile bunu aynı nokta da toplamayı başarabiliriz. Kısacası insanların sahip oldukları psikolojik özellikler müziğin yaratılması ve tecrübe edilmesinde belirleyicidir. Müzik en iyi uyumunu, ritüellerde ve antik çağın kadim okullarının dini seremonilerin de göstermektedir. Kutsallığı beslemesi ve dini hayatın beslenmesine yol açması, toplum ile olan bu olguların ilişkisinde önemli rol oynamaktadır. Ritmik güdüler ve müziğin yarattığı titreşimle duygusal coşkuyu meydana getirme, aynı anda topluluğu tek bir noktada odaklayabilme özelliği, duyguların ifadesi ve ibadete yoğunlaşmayı sağlaması için uygun ortama zemin hazırlamış, ritüellere olan katılımı teşvik etmiştir. Dini inanış ve uygulamaların duygusal bir tecrübe içerisinde öğrenilmesinin önünü açtığı gibi, eşlik ettiği ritüel bağlamında adanmışlık ve dindarlık hissinin artmasına ve dindarlıkta derinleşmenin yaşanmasına neden olmaktadır. Müzik gibi ritmik ve titreşime dayalı eylemler, yarattıkları duygusal etkiler ile ritüel/ibadetlerde güdülenmek, aynı nokta da enerjiyi, düşünceyi ve inanışı odaklayarak duygusal bir koşullanma meydana getirmektedir. Böylelikle müzik hem dini tecrübeye katılımı hem de dini tecrübenin kendisini yoğunlaştırıp kuvvetlendiren bir etki yaratmış olur.

Sosyal gerçeklik – din – değer sistemleri birey ya da toplumun hayatında uyuşmazlığa düştüğünde sorunun aşılmasında sanat yine büyük rol oynamaktadır. Dinin büyüklüğünü, inanışın yüceliğini ve bahşedilmişliği sözlerin dışında ancak sanat ile ortaya koymak mümkündür. Özellikle orta çağ ve rönesans avrupasındaki kiliselere bakacak olursak, sanat ihtişamını din yoluyla göstermektedir. Mimarinin büyüklüğü, resimlerin ve heykellerin kusursuzluğu,  ilahisel melodilerin ibadete ve inanışa daveti ile insanların inanışlarını, birlik ve beraberliklerini ne şekilde etkilemiş olduklarına tanık oluruz. Kısacası inanış ve sosyal gerçeklik arasında meydana gelen çatlakları doldurmakta sanat önemli rol oynamaktadır.

Etkili bir yol olan müzik sanatı, belirli ritmik yapısal özellikler ile sembolik anlamsal içeriklere sahip olduğu için inancın öğrenilmesini temin eder ve bir paylaşım haline gelmesini sağlar. Ritüeller vasıtası ile de birey ve toplum arasında güçlü bir köprü kurmaktadır. İbadet ve müzik sosyal bütünleşmeyi oluşturabildiği gibi çatışmaları dramatize ederek de sosyal bütünleşmenin devamlılığını sağlayabilir. Ayırıcı ya da birleştirici güç olarak tarihin, özellikle de inanışın başlangıcından itibaren müzik sanatının gücü yadsınamayacak derecede önemlidir. Ritüel esnasında bir nokta da toplanılan düşünsel enerji, odaklanılan tek bir düşünce, duygu ile bir bütünlük olmasını sağlar. İnanışı, yakarışı, duygusal-içsel devinimlerimizi sadece söz yoluyla değil, aynı zamanda da ses-ritim-titreşim, yani müzikle de aktarma ihtiyacı duyarız. En önemli noktalardan biriyse; görsel algımızın dışında anlamlandırmaya çalıştığımız bir çok olgu, müzik sayesinde zihnimizde vücut bulmuş olacaktır.

ALEV TÜRKAN