- Ayrıntılar
- Super User tarafından yazıldı.
- Kategori: Uncategorised
- Gösterim: 611
Alikettup Yol Hikayeleri Youtube kanalında yayınlanan Galaktik Söyleşiler Dizisine aşağıdaki bağlantılardan ulaşabilirsiniz.
Galaktik Söyleşiler 1 - Taş Devri Diye Bir Devir Yoktur
Galaktik Söyleşiler 2 - Sesin Gücü - Druidler Keltler Traklar
Galaktik Söyleşiler 3 - Uçan Kayalar
Galaktik Söyleşiler 4 - Bütün Taşlar Canlıdır
Galaktik Söyleşiler 5 - Galaktik Uygarlıklarla Temas
Galaktik Söyleşiler 6 - Foto(n)lar Arkeoloji Hukuk
Yeni bir keşif yolculuğu, serüveni başlıyor!
Bugün, arkeolojinin önde gelen isimlerinden Arkeolog Prehistoryen Nekropol uzmanı Ufuk Baş Hocamız ile söyleşilere başlıyoruz.
Arkeolojiye adanmış, gecesini gündüzüne katıp çalışarak, araştırarak, saygı duyulacak yoğun emeklerle bezenmiş uzun bir ömürde erilmiş bütünlüklü bir bilgi alanı, hakikat sırları ya da gizemlerin başlangıcı...
Bu dizide, büyük üstadlardan, hocalardan, anılardan, gerçek gibi görünen yanılsamalardan, yanılsama gibi görünen gerçeklerden, "aykırı" fikirlerden, arkeolojik kazılardan, kazılmış ama anlatılmamış bilinmeyen arkeolojik alanlardan ve medeniyetlerden, kült alanlarından, kutsal kalelerden, kadim kaya tapınaklarından, doğayla uyumlu yaşayan kültürlerden, savaşçı bilgelerden, şamanlardan, kutsal doğadan, mitolojiden, mimariden, kozmik bilinçten, galaktik medeniyetten, sırlardan ve onların keşfedilişlerinden ve daha birçok enteresan konudan söz edeceğiz ve bu defa Ufuk Hocadan ilham alacağız. Daha önce hiç ya da pek duyulmamış birçok şeyi duyacağız. Yeni cevaplar bulurken, yeni sorular soracağız. En önemlisi de hoş muhabbet edeceğiz.
Adeta dizinin bir sunuşu gibi olan 1. Bölümde başlıca şu konulara değindik: Istrancalar, Trakya, Dağlık Kilikya (Kilikia Trakheia), Traklar, kadim kültürler, orman ritüelleri, eksedralar, odeaonlar, oppidumlar, Hocanın daha üniversitenin 1. sınıfında İngiliz Arkeoloji Enstitüsü ile çalışarak eğitilmesi, kazı teknikleri - araştırma - saptama - belgeleme, topoğrafya, Ord. Prof. Arif Müfid Mansel, Hititolog Mühibbe Darga, Prof. Dr. Elisabeth Rosenbaum, doğanın gücü, şamanik ritüeller, "vahiy kuşu" olarak bilinen kartallarla ve diğer hayvanlarla dost olmak, mağaralar, kanyonlar, yeraltı şehirleri, Gök Tanrı (Tengri) inanışı, Buryatya, Baykal Gölü, Olkhon Adası, enerji, enerjisi yoğun alanlar ve galaktik medeniyetin ipuçları...
- Ayrıntılar
- Super User tarafından yazıldı.
- Kategori: Uncategorised
- Gösterim: 4281
Bu kitabın basımını yapacak kişiler ile hassas olduğum bir konu üzerinde görüşmeler yaptık.
Kitabın basımı ile ilgili çalışmalar devam ediyor. İngilizceye çeviri yapılması gündemde. Bu özel şartların uygulanması için biraz zamana ihtiyaç var..
Ben özellikle Arkeoloji eğitimi alan tüm öğrencilere ve Arkeoloji’ye meraklı olan herkese daha çabuk ulaşabilmek ve isteyen herkesin ücretsiz olarak kitaba sahip olmalarının çok önemli bir hizmet olacağını düşünerek; kitabımın basımına kadar olan süre içinde ‘’E- KİTAP’’ olarak yayınlanmasının faydalı ve doğru olacağına karar verdim.
Bilgilerinize Sunuyorum.
Arkeolog – Prehistoryen Ufuk Baş
Kitap ciltlerini aşağıdaki linklere sağ tıklayıp farklı kaydet diyerek bilgisayarınıza indirebilirsiniz.
You may download the volumes to your computer from below links by "right click and save as"
- Ayrıntılar
- Super User tarafından yazıldı.
- Kategori: Uncategorised
- Gösterim: 5712
İLHAN VARDAR
Yine kitaptan birkaç alıntı.
“ISTRANCALARDA TULUM SESİ TANRISALDIR. Traklar’ın, Trako Daçların, Frigyalıların en güzel şarkıları bu ormanlık dağlarda söylenmiştir…’’’Böyle yazar destanlar…Gizemli Tarih; Thracians, Kimmerias, Paeonia, Phrygians, Moesians, Dacians,Celts,İllyri,Troia,Bithyni diye başlar ve yaklaşık 200 klan sayar Trak soy ağacında .Agathyrsi İskitler, Traklar’ın çok yakınında yaşarlar , Trak Soyluları ve Herodotos!un Şahane İskitleri. Tümülüsler Halkları, Çifte Balta Taşıyanlar, Ölü Maskeliler, Pantalonlu Savaşçılar ,Binlerce yıldan beri Dövme yaptıran halklar, Kadınları da savaşçı olan kavimler, Atlı
Kavimler, Müziği, Astronomiyi, destanları, Eğri Kesim yada Hayvan üslubunu iyi bilenler, sadece Gök Tanrıya inanan ancak Doğadaki herşeye saygı gösterenler, altın ve her türlü metali binlerce yıldan beri işleyenler, kökenleri yüzlerle değil , binlerle ifade edilebilecek kadar eski olan Kavimler, Denizci Kavimler ve daha bir o kadar isimleri olan Kültürlerden bahseder.”
“Vize Oppidum, Askeri ve Dini karakterde yapılanmış bir merkezdir. Avrupa ve Balkanlarda ki örneklerinin hemen hepsinden büyük ve görkemlidir.”
Ayrıca eserde Avrupa Arkeopark’larından örnekler zengin fotoğraf arşivi ile verilmiş.
Oppidum(Kutsal Kale) ve kapsamlı bir Arkeopark Projelerini de bulacaksınız eserde. Ne yazık ki bu ülkede baki kalması gereken kurumlar, kişiler değiştikçe değişmektedir. Özellikle yerel yönetimlerde bu çok daha önemlidir. Desteklenen bir proje yeni yönetimlerle rafa kaldırılabilmektedir. Umarım bu proje rafa kaldırılmaz uygulamaya sokulur.
Hatta şaşkınlığıma neden olan bazı şeyleri yazmak istemiyorum, çünkü ön yargılı davranılmamalı, sizlerde eseri okudukça yaşayacağınız o bilginin sonsuz ışığında ki şaşkınlık duygularınızı yaşayın diyorum.
Evet üzüntüm daha üzerinde yaşadığımız toprakların bilinmezliklerini öğrenemeden yok etmeye çalışmamız.
Ne yazık ki bu bölgeyi de içine alan Istrancalar taş ocakları tarafından istila edilmiş durumda. Ve bu taş ocaklarının beslediği fabrikalar bu kutsal alanlara kuruluyor.
- Ayrıntılar
- Super User tarafından yazıldı.
- Kategori: Uncategorised
- Gösterim: 6725
DUYGU YARATICISI VE DÖNÜŞTÜRÜCÜSÜ OLARAK
MÜZİĞİN İNANIŞLAR / TOPLUMLAR ARASINDAKİ YERİ
Kutsallık olgusu insanlık tarihinin başlangıcından beri dünya üzerindeki ilkel ya da ilkel olmayan tüm toplumlarda yer edinmiştir. ilk çağlarda kendinden büyük ve ilahisel bir varlığı ya da varlıkları kabullenmek insanın gerçeklikten de önce inanış ve korkularının sonucudur. Sebep - sonuç ilişkisi kurmak için, anlamlandırmak ya da belirli inanış kalıpları içerisinde anlam verilemeyenleri kabullenmek için, insanın doğasının gerekliliği sonucu “tanrı” , “kutsal varlık/ varlıklar” gibi bir çok ilahi anlayış dünya üzerindeki tüm toplumlarda yer edinmiştir. Aslında insan Evrende Tanrısal Güç taşıyarak var olmuştur…İhtiyacı olduğu anlarda, Kutsal olarak bilinen Dağların,Tepelerin en yüksek yerlerine çıkarak Gök Tanrı ile konuşarak dua etmiş,kendisi ile Tanrı arasında başka bir varlığın olmasına izin vermemiştir…Ritüeller bu ‘’Tanrı-İnsan’’ buluşmaları ile zaten başlamıştır…İnsanın Tanrı ile buluşmasını gerçekleştirdiği en doğru yer DOĞA ‘nın kendisi olmuştur…Ancak zaman içinde ve özellikle kapalı mekanlarda yapılan ritüellerin ağırlık kazanması ve Ritüelleri yöneten kahraman Klan Liderlerinin Savaşlar ve yayılım hareketleri ile Klanlardan uzak kalmaları sırasında Ritüel yöneten Rahipler,Kam’lar; toplumlarda inanç sisteminin sorumluları olarak yer almaya başladılar… Ancak Yaradılan Güçlü İnsanlar,Güç Kavimleri Kendilerini ifade etmek için MÜZİK ve SANAT’I Bilinenlerin çok ötesinde ve çok erken zamanlarda kullanmaya başlamışlardır… İnsanın doğa ile mücadelesi, Güçlü “öteki dünya” ve ÖLÜMSÜZLÜK inançları , toplumların “Tanrı” kavramını ve kutsal olanı yavaş yavaş toplumsallaştırmaya başladığı bir sürece doğru götürmüştür.
Yerleşik hayat düzenine ve tarıma geçiş yapan, insanoğlu, mevsimi gelince yağmur yağdırması, güneşi açtırması, ürünü geliştirmesi... vb. beklentiler içerisinde hükmedemedikleri doğa olayları karşısında ilahi olana başvurma isteği hissetmiştir. Yalnız, ilahi olan ile bağlantı kurabilmek için bir arabulucuya, bağlantı kuracak yarı ilahi bir kişiye ihtiyaç vardır. Bağlantıyı kuracak, istek ve beklentileri iletecek, cevap alabilecek bir kişi, bir rahip, kahin ya da şaman. Bu kişiler; insanın elinin uzanamayacağı “ilahi” varlık ya da varlıklara, sunulan dua ve kurbanlarla ulaşabilen, iyilikleri tapınan kullara ulaştırabilen oldukları için toplum içerisinde saygı görmüşlerdir.
Yerleşik yaşam düzeniyle insan hayatı da büsbütün toplumsallaşma konusunda büyük yol kat etmiştir. Toplumsallaşma beraberinde ilahi olan her türlü durum ile iletişimi toplumun sosyal hayatına taşımıştır. İlahi varlık – Tanrı ve insan arasındaki inanç sistemi ise arabulucu/ kahin olarak atanan, kabul gören kişilerin ve toplumların kendi inanışlarını gelenekselleştirmesiyle ritüel olgusu gelişmeye başlamıştır. Ritüel kelimesi “ibadet” kelimesinin karşılığı niteliğindedir, belirli bir inanç ya da inanış sistemlerini açıklamak ve bunu toplumların kültür parçası haline getirmiş olmaları konusunda belirleyici bir tanım olarak nitelendirilebilir. İlkel toplumlar, sosyokültürel yaşamında ilahiselliği, heykel-heykelcik, cisim ve resimlerle somutlaştırmaya çalışmış ve aynı zamanda da toplumsallaştırmıştır. Bu sebeple ilahiselliğin ve dinlerin toplumsallaşabilmek için kullandığı en önemli yol “sanat”tır.
Görsellik, algıyı şekillendirmek ve resim – heykel yoluyla betimlenen ilahiselliği, hayal edebilmek, düşünebilmek ve inanabilmek için gerekli yolları bize sağlar. Fakat müzik; betimlenen olgu ile arada bağlantı kurabilmek, iletişime geçebilmek ve yoğunlaşmak için gerekli olan önemli bir
unsurdur. Bu yüzden müzik “ritüel” kapsamında düşünülürse, diğer sanat dallarından daha derin bir önem taşımaktadır. Bir ritim içerisinde insanları aynı şeye, hedeflenene doğru itebilirsiniz. Belirli bir duyguyu aynı anda herkese aktarabilirsiniz, bu yolla da istenilene yoğunlaşmak daha da kolaylaşmaktadır.
Müzik, ulaşılabilirlik konusunda daha etkin ve ifade gücü yüksek bir sanat dalı olduğu için ritüeller de önemli bir rol üstlenmektedir. Çünkü yapılan toplu ibadet/ ritüel esnasında zihinsel yoğunlaşma, yaşanılan ve yaşanılması gereken ilahisellik için gerekli olan duygusal dramatizasyonu ve bağlantıyı oluşturması açısından önemli bir yer teşkil etmektedir. Hatta kadim dönemlerin, Antik Mısır’ın Hermesçi anlayışa sahip rahiplerinin inisiyasyon tapınaklarını inşa ederken titreşim, kısacası müzik hakkındaki fenomenin altında yatan ilkelere dair bilgileri araştırmışlardır. Bu tapınaklarda ritüeller şarkı ve müzik ile yapılırdı. Bunun için inşa edilen ses odalarında fısıldanan bir tek ses bile büyük dalgalar halinde titreşimlere sebep olurdu, böylelikle ritüellerin içlerine işleyen titreşimi tapınakların tüm köşelerinde duymak ve hissetmek mümkün olurdu. Antik mısırdan alınan öğretilerle Pisagor’un da yaptığı önemli araştırmalar şu teoriyi ortaya atmaktadır; “her şey titreşimden meydana gelmiştir”. O halde her şeyin özünde, uyarıcı, etkileyici, derinleşmeye imkan tanıyan, algı çerçevemizin nesnel boyutlarını zorlayan bir unsur olarak müzik bulunmaktadır.
Müzik duygusal dönüşümlerde yadsınamayacak derece de önemli etki taşımaktadır. İfade etmenin güçlü bir yolu olarak, topluluğu, kitleleri tek bir duygu ya da durum içeirsinde toplayabildiği için, diğer sanat türlerinden farklı biçimde birey ve sosyokültürel yaşam üzerinde yaygın ve güçlü etkileri bulunmaktadır. Pisagor’a göre her bireyin kendi notası vardır ve her elementin de kendine ait anahtar bir notası vardır. Herşey titreştiğine göre; duygu ve düşüncelerimiz, arzu ve isteklerimiz de birer titreşimdir. Müzik ile bunu aynı nokta da toplamayı başarabiliriz. Kısacası insanların sahip oldukları psikolojik özellikler müziğin yaratılması ve tecrübe edilmesinde belirleyicidir. Müzik en iyi uyumunu, ritüellerde ve antik çağın kadim okullarının dini seremonilerin de göstermektedir. Kutsallığı beslemesi ve dini hayatın beslenmesine yol açması, toplum ile olan bu olguların ilişkisinde önemli rol oynamaktadır. Ritmik güdüler ve müziğin yarattığı titreşimle duygusal coşkuyu meydana getirme, aynı anda topluluğu tek bir noktada odaklayabilme özelliği, duyguların ifadesi ve ibadete yoğunlaşmayı sağlaması için uygun ortama zemin hazırlamış, ritüellere olan katılımı teşvik etmiştir. Dini inanış ve uygulamaların duygusal bir tecrübe içerisinde öğrenilmesinin önünü açtığı gibi, eşlik ettiği ritüel bağlamında adanmışlık ve dindarlık hissinin artmasına ve dindarlıkta derinleşmenin yaşanmasına neden olmaktadır. Müzik gibi ritmik ve titreşime dayalı eylemler, yarattıkları duygusal etkiler ile ritüel/ibadetlerde güdülenmek, aynı nokta da enerjiyi, düşünceyi ve inanışı odaklayarak duygusal bir koşullanma meydana getirmektedir. Böylelikle müzik hem dini tecrübeye katılımı hem de dini tecrübenin kendisini yoğunlaştırıp kuvvetlendiren bir etki yaratmış olur.
Sosyal gerçeklik – din – değer sistemleri birey ya da toplumun hayatında uyuşmazlığa düştüğünde sorunun aşılmasında sanat yine büyük rol oynamaktadır. Dinin büyüklüğünü, inanışın yüceliğini ve bahşedilmişliği sözlerin dışında ancak sanat ile ortaya koymak mümkündür. Özellikle orta çağ ve rönesans avrupasındaki kiliselere bakacak olursak, sanat ihtişamını din yoluyla göstermektedir. Mimarinin büyüklüğü, resimlerin ve heykellerin kusursuzluğu, ilahisel melodilerin ibadete ve inanışa daveti ile insanların inanışlarını, birlik ve beraberliklerini ne şekilde etkilemiş olduklarına tanık oluruz. Kısacası inanış ve sosyal gerçeklik arasında meydana gelen çatlakları doldurmakta sanat önemli rol oynamaktadır.
Etkili bir yol olan müzik sanatı, belirli ritmik yapısal özellikler ile sembolik anlamsal içeriklere sahip olduğu için inancın öğrenilmesini temin eder ve bir paylaşım haline gelmesini sağlar. Ritüeller vasıtası ile de birey ve toplum arasında güçlü bir köprü kurmaktadır. İbadet ve müzik sosyal bütünleşmeyi oluşturabildiği gibi çatışmaları dramatize ederek de sosyal bütünleşmenin devamlılığını sağlayabilir. Ayırıcı ya da birleştirici güç olarak tarihin, özellikle de inanışın başlangıcından itibaren müzik sanatının gücü yadsınamayacak derecede önemlidir. Ritüel esnasında bir nokta da toplanılan düşünsel enerji, odaklanılan tek bir düşünce, duygu ile bir bütünlük olmasını sağlar. İnanışı, yakarışı, duygusal-içsel devinimlerimizi sadece söz yoluyla değil, aynı zamanda da ses-ritim-titreşim, yani müzikle de aktarma ihtiyacı duyarız. En önemli noktalardan biriyse; görsel algımızın dışında anlamlandırmaya çalıştığımız bir çok olgu, müzik sayesinde zihnimizde vücut bulmuş olacaktır.
ALEV TÜRKAN
- Ayrıntılar
- Super User tarafından yazıldı.
- Kategori: Uncategorised
- Gösterim: 6035
İLHAN VARDAR - 09.07.2014
Yayınlanan ilk makaleme şöyle başlamıştım :
“Şurada Hazreti Nuh zamanından beri gömülü kalmış taşlar var. Belki de tufandan önce de toprak altındaydılar. Babam da, babamın babası da benden önce çadırlarını burada kurdular ama bu betimlemelerden hiçbir zaman haberleri olmadı. On iki yüzyıldan beri inananlar –Allah’a hamdolsun yalnız onlar gerçek bilgeliğe sahiptiler – bu ülkede oturmuşlardır. Fakat içlerinden hiçbiri de, onlardan önce gelenler de yeraltı sarayı diye bir şey duymamışlardır.
Şimdi bak !
Bir frenk günlerce uzaktaki ülkesinden geliyor, dosdoğru bu yere gidiyor, eline bir değnek alıyor, bir çizgi şuraya, bir çizgi buraya çiziyor. <işte>, diyor, <saray bu>, <orasıda kapı> diyor. Bize de yaşamımız boyunca ayaklarımız altında, bizim haberimiz olmadan yatan şeyleri gösteriyor.
Harika! Harika!
Sen bunları kitaplardan mı, sihirle mi, yoksa Peygamberinizden mi, öğrendin? Söyle, ey Bey! Bilgeliğin sırlarını söyle bana! (Tanrılar Mezarlar ve Bilginler – C.W.Ceram, Remzi Kitapevi, İstanbul 1986)
İngiliz arkeoloğu Layard, 1845’lerde Mezopotamya da Nemrut tepesinin altındaki Asur sarayının bulunduğu kazılar sırasında kendisine yardım eden Şeyh Abdel-el-Rahman’ın sözleri bunlar.” (Bilgeliğin Sırları – İlhan VARDAR – Bilim ve Ütopya – Ocak 1996)
Aslında bu makalenin esas konusu o yıllarda başlayan ve Istranca Dağlarındaki suyu İstanbul’a götürme projesinin handikaplarını anlatmak, zaten Trakya’ya dahi yeterli gelmeyen içme suyunun gitmesi bir yana, dünyada eşi benzeri bulunmayan Longoz Ormanları başta olmak üzere Istranca florasının yok olma tehlikesine dikkat çekmekti.
Aynı yıllarda çocukluğumun oyun alanları olan evimin arka tarafında ki tepede önemli bir arkeolojik eser ortaya çıkarılıyor. Trakya’da bulunan ilk Roma Dönemi Antik Tiyatrosu.
Şeyh Abdel-el-Rahman’ın şaşkınlığını yaşamadım, çünkü tarihi İstanbul’dan eski olan Vize’nin bu tarihsel süreçteki önemini biliyordum az çok, ama böyle tarihsel bir hazinenin gün ışığına çıkarılmasının heyecanı ile bu ilk makalemde, bir yandan yaşadığımız ve altında nelerin yattığını öğrenemediğimiz bu toprakları tahrip ederek yok etmenin üzüntüsü ile iki konuyu birleştirip yazmayı uygun bulmuştum o zamanlar.
Geçtiğimiz mayıs ayının sonlarında çok daha büyük bir heyecan, şaşkınlık ve üzüntü yaşadım.
Çünkü çok kısa bir süre önce tanıdığım, bilgeliğin sırlarını öğretmeyi ve bilgiyi paylaşmayı şiar edinmiş Arkeolog-Prehistoryen Sn.Ufuk Baş Arığ, aylardır sabır ve heyecanla beklediğim 4 ciltlik Vize Oppidum (Kutsal Kale) eserini e-kitap olarak yayınladı.
Büyük bir heyecanla bu muazzam eseri inceledikçe şaşkınlığım Şeyh Abdel’e yaklaşıyor hatta artıyordu. Bunun nedenlerini Sn.Arığ’ın Istrancalar Bölgesinde Tarihe Dokunmanın anlamını anlattığı bölümde bile bulmak mümkün.
“Trakya Istrancalar bölgesi, bu kitabın yazıldığı ve araştırmalarımın temel aldığı yerdir. Her ne kadar bölgesel bir araştırma gibi gözükse de, bölgedeki kültür ve tarih mirasını keşfettikçe araştırmalarım geniş bir coğrafyaya yayıldı. Doğuda Asya steplerinden, Kafkasya Ural Altay bölgesine, Batıda Kanada’dan İngiltere, İskoçya ve İrlanda’ya, Kuzey Avrupa’dan Avrasya’ya ve Balkanlara, Güneyde İber yarım adası , Malta adasından ve nihayetinde Trakya topraklarına kadar uzanan, geniş bir alanda, araştırmalarımı destekleyecek verileri topladım.
Istrancalar, Trakya bölgesinin son orman alanı, oksijen ve su kaynakları açısından hayati bir bölgesidir.
Doğal güzellikleri yanı sıra yeterince araştırılmamış tarihi değeri ile Ülkemiz için büyük bir kıymettir.
Istranca bölgesinin sınırları kuzeyde Bulgaristan, doğuda Karadeniz, Güneyde Tekirdağ, Batıda Kırklareli İlini içine alan Trakya ovaları ile çevrili orta yükseklikte dağlık alandır. Görünen zenginliklerinin altında keşfedilmeyi bekleyen birçok gizemi de bünyesinde barındırır.
Herodot’un anlattığı küçük gölleri ve gizli yolları bulmak ümidiyle başladığım yolculukta; Mahya Dağı çevresinden, Pabuç ve Kazan derelerinin kıyılarına, Sarp Dere köyünden, Kıyıköy’ün denize inen sarp yamaçlarına, Vize Karakoçak kayasından çevre vadilere, Demirköy ormanlarından Bulgaristan sınırlarında, yaklaşık yirmi yıl geçirdim.
Bazı sabahlar gün doğumuyla çıktım yola, sabah ışıklarının kutsal kayalarda ki ışıltısını fotoğrafladım.
Ya da dağ köylerinde bir akşam vakti gün batımından sonra bir düğene davet edildim. Kaybolan kadim gelenekleri arşivledim. Eski kültürün son mirasçılarını tanıdım çoğunu ebedi diyarlarına uğurladım.
Son “İğmeli Ev” ustasından, bu mimarinin inceliklerini öğrenirken, bu evlerin çok eskilerde İskit, Kelt ve Traklar’ın ortak kültür mirası olduğunu fark ettim. Bu gün “İğmeli Evler” ülkemizde korunamasa da, Rusya, Kafkasya, İrlanda, İskoçya, Bulgaristan ve daha birçok ülkede tamamen aynı mimarideki evler, geçmişte yapılmış ve hala yaşamaktadır.
Yolculuğum büyük bir keşifti benim için. Daha önce her kesin baktığı ama ne olduğunu göremediği,keşfedemediği doğa ve insan anıtlarını gördüm. Çok geçmeden Muhteşem Megalitik bir alanda olduğumu anladım. Birçok benzerinden daha büyük ve görkemli yapılar, doğanın eliyle kamufle edilmiş sessizce yaşlanıyordu…
Kırklareli’nin ilçesi Vize’de Kutsal bir Kale doğa ananın güçlü karstik kayaları üzerinde fark edilmeyi bekliyordu. Yükselen ahşap duvarları, evleri, atölyeleri ve hendekleri çoktan yok olmuştu. Kutsal kalenin sahipleri, yaşamak için yok olmayacağını bildikleri kayaları seçmişlerdi kendilerine. Kendilerini ifade etmek için, tüm kutsal alanlarını ölümsüz kılmak için hep kayaları kullandılar ve bugüne dek gelmeyi başardılar. “
Üzerinde yaşadığımız bu topraklarda daha o kadar çok bilinmezlik var ki? Şaşkınlığım işte bu bilinmeyenler yüzünden.
Ve eseri daha da değerli kılan “Vize Oppidum Kutsal Kale” araştırmalarının Dünya ve Türkiye üzerinde yapılan bilimsel ilk çalışma olması.
Makalenin yer aldığı bağlantı : http://ilhanvardar.blogspot.com.tr/2014/07/vize-oppidum-kutsal-kale-1.html